KENDİ MÜNAFIĞINI ÜRETMEK

Derviş, kendisini ziyarete gelen makam sahibi öğrencisini son derece sıcak bir ilgiyle karşıladı. Misafirin itirazına "Lütfen beni misafire hizmet ve ikram sevabından mahrum etmeyin" diyerek kendi elleriyle ikramda bulundu.

Hal hatır sorma faslından sonra derviş, misafirinin neler yaptığını sorarak yaptıklarını anlatmasına fırsat verdi. Misafir sözlerini bitirdiğinde derviş, makam/ mevki sahibi kişilerin görevlerini güzel yaptıklarında karşılaşacakları manevi mükafatları anlattı. Bu tür kişilerin toplum için ne kadar önemli olduklarını belirtip onlara hayranlık duyduğunu söyledi.

Daha sonra, çevresindeki küçük - büyük makam sahibi bazı kişilerde gördüğü hataları, yanlışları da anlattı. Bunları anlatırken bir yerde:

"Evladım!"Bazı makam sahipleri kendi münafığını kendi üretirler. Sakın onlar gibi olmayasın!" diye tembihledi.

Misafir başıyla "tamam" derken, gözleriyle sanki bir açıklama bekliyor gibiydi. Derviş biraz sustuktan sonra devam etti:

Evladım, genellikle makam sahiplerinin yanına tabiri caizse yalaka tipler yaklaşmaya çalışırlar. Onların her yaptığını onaylayıp alkışlarlar. Dikkat etmezlerse bu davranışlar bazılarının ayaklarını yerden keser. Her yaptığını doğru zannetmeye başlarlar. Zamanla kendisini eleştiriye kapatırlar. Çevresindeki kişiler onun yaptıklarını eleştirdiklerinde bundan hoşlanmayıp onları yakınından uzaklaştırırlar.

Kendisini veya yaptıklarını eleştiriye kapatması kendisi için en büyük felakettir. Çevresindeki onu uyaran, iyi niyetli kişileri yanından uzaklaştırdığı için, diğerleri de hem zarar görmemek hem de eleştirinin bir yararı olmadığından, doğru bildiklerini söylemezler.

Makam sahibin etrafı artık onun gözüne girip, çeşitli menfaatler elde etmek isteyen daha fazla dalkavukla dolmaya başlar. Böylece bizimkinin hakikatlerle arası epeyce açılır. Çünkü bu kişiler doğruları değil, o şahsın hoşuna gidecek şeyleri söylerler.

Makam sahibi kişi doğru bildiğini söyleyenleri yanından uzaklaştırmakla en büyük yanlışı yapmış, münafık karakterli dalkavuk tiplere yol açmış olur. Bu durumda bir anlamda (ameli noktada)"kendi münafığını kendisi üretmiş" olur. Acı gerçeklerle yüzleşmek yerine tatlı yalanlarla avunduğunu ancak duvara tosladığında anlar ki o zaman da çoğunlukla makamını kaybetmiş olur. Çevresindeki dalkavuklar da hemen dağılıp yeni bir liman aramaya koyulurlar.

Bu durumun en hazin tarafı ise, onu uyaran gerçek dostları da ondan uzaklaşmış olurlar. Kendini eleştirilere kapatmış makam sahibi ise hem makamından olmuş, hem de dost ve arkadaşları tarafından terk edilmiş olarak hayata tutunmaya çalışır. 

Aman evladım, dikkatli ol. Seni övenlerin hepsi dostun olmadığı gibi, eleştirenlerin tamamı da hasmın değildir.

 

AZİZ VE HAKİM İSİMLERİNDEN ÇIKARDIĞIMIZ DERSLER -3

 Güç ve hikmetin birlikte olması

Bundan önceki yazımızda  Allah Teala'nın Aziz ve Hakim isimlerinin anlamlarını açıklamıştık. Kuran'da 47 yerde Aziz isminden hemen sonra Hakim isminin geldiğini söylemiştik. Şimdi bu isimlerden ne gibi dersler çıkarabiliriz.

Mesela bir kişide veya herhangi bir toplumu idare edenlerde Aziz isminden tecelliler var, fakat hakim isminden nasip yoksa (hikmet ehli değilse) ne olur?

Yani o toplumda istediğini yapma gücüne sahip ve kimse ona/ onlara hesap soramıyorsa, onun bağlı olduğu ilkeler kurallar yoksa yaptığını "canım böyle istediği için yaptım" diyorsa o toplumda ne olur?

 - Zulüm olur, kaos olur. Korku, mutsuzluk ve ümitsizlik olur.

Peki birileri veya toplumları idare edenler hikmetli kimseler (yaptıklarını bilgiye göre, adalet esasına göre  yapmak istiyorlar, fakat bunu sağlayacak gücü, kuvveti yoksa o zaman ne olur?

- Bu hikmet bir işe yaramaz, toplumdaki arızalı tipler istediğini yaparlar ve toplumda yine kaos olur. Güvensizlik olur.  Mutsuzluk ve ümitsizlik olur.

Peki toplumu idare edenler izzet sahibi (istediğini yapacak ve yaptıracak güç ve kuvvette) olsa, hem de o kişiler hikmet ehli olsa, (yaptıklarını  bir hikmete göre belirli kurallara, ilkelere, bilgiye, adalet esaslarına göre yapsa)  Ne olur?

İşte o toplum huzur ve güven toplumu olur. Orada yaşayanlar mutlu olurlar.


AZİZ VE HAKİM İSİMLERİNİN PEŞPEŞE GELMESİ -2

Bu konuda yazdığımız bir önceki yazımızda  

Allah Teala Azizdir. Yani her şeye gücü yeter. İstediği her şeyi yapma kudretine sahiptir buna kimse engel olamaz ve kimseye de hesap vermez. Fakat bu sınırsız gücüne rağmen O, istediklerini ve yaptıklarını bir bilgiye, adalete ve hikmete göre yapar. Çünkü O "Hakim"dir.  

Diye yazmıştık. Şimdi gelelim Allah Teala'nın dilemesi ile ilgili hikmetlere.

Allah Teala'nın dilediğini saptırması dilediğini doğru yola eriştirmesi ile ilgili daha önce  paylaştığım bir yazımı buraya alıyorum:

Bize çeşitli ortamlarda en çok sorulan sorulardan birisi şudur:

Allah Teala, Kur’an-ı Kerimin değişik ayetlerinde, mealen “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır.” buyuruyor(bakınız: İbrahim suresi/4, Müddessir /31). Bu durumda saptırdığı kişileri sorumlu tutmasını nasıl izah ediyorsunuz.

 EL-CEVAP: K.Kerim’de, bir konuda birden fazla ayet varsa, tek ayete göre karar verip yorum yapmak bizi yanlışa götürebilir. Çünkü, konuyla ilgili ayetlerin bazıları diğer ayetleri açıklıyor olabilir. Bundan dolayı konuyla ilgili diğer ayetlere ve varsa sahih hadislere de bakmak gerekir.

İşte yukarıdaki soruyla ilgili K.Kerimde değişik ayetler vardır. Mesela İsra suresi 15. Ayette :”Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de hidayetten saparsa kendi zararına sapmış olur…”

Kehf suresi 29 da: "De ki hak Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin..."

 Ra’d suresi 27.ayette: “ … De ki şüphesiz Allah dilediğini saptırırKendisine yönelenleri de hidayete ulaştırır.”

Zümer suresi/3 de: “Şüphesiz ki Allah yalancı ve inkarcı kişiyi hidayete ulaştırmaz."

Mü’min/28 de:"…muhakkak ki Allah, haddi aşan yalancı kimseyi hidayete ulaştırmaz.” buyurulur.

 Ayrıca birçok ayette Allah Teala, zalim ve fasık toplulukları hidayete ulaştırmayacağı hatırlatılıyor.

 Bilmemiz gereken en önemli şeylerden birisi Allah Teala’nın “ el- Hakim” olmasıdır. Yani yaptığını bir hikmete binaen yapmasıdır. O’nun hidayet dilemesi de ,saptırmayı dilemesi de bir sebebe ve hikmete göredir.

Yukarıdaki Ra’d /27 de (ki aynı mevzu Şura/13 de de vardır) Allah Teala’nın kimlere hidayet dilediğinin hikmeti açıklanıyor.

 Peki, bize bildirilen hikmet neymiş? Allah’a yönelmek"

 İsra  15. ve Kehf 29. ayetlerde bildirilen kişinin hidayete ermdirilmesi veya saptırılmasındaki sebeplerden birisi ve bunun hikmeti neymiş? "Kişinin tercihleri ve bu konudaki gayretleri."

 Yani kimseye torpil yok. Kişi özgür iradesiyle hidayet yolunu tercih edecek (İsra/15) ve Allah’a yönelecek. Rabbimiz de hidayeti nasip edecek.

 Meryem suresi 76 da “Allah, doğru yola gidenlerin hidayetini artırır….” buyurarak hideyette kalmanın kendi tercihimizle alakasını bildiriyor.

 Peki saptırması nasıl oluyor?

 Bu konuda yukarıda belirttiğimiz İsra 15 ve Kehf 29. ayetler yanında, Bakara suresi 26. Ayetin son bölümü bize ışık tutar:

 “…onunla Allah ancak fasıkları saptırır.” Fasık ne demek yoldan çıkan demek. (Hem yoldan çıkanlar hem de dinden çıkanlar için kullanılır.)

Allah Teala’nın bir kimseyi saptırmasının hikmeti neymiş?
O kişinin, dalalet yolunu tercih etmesi (İsra/15) ve özgür iradesiyle fasıklığı tercih etmesidir. Yoldan çıkmasıdır. 

Ayrıca:

İbrahim suresi/27 de : “Allah zalimleri (haksızlık yapanları) saptırır.

Mü’min suresi /34 de: “…işte böylece Allah, müsrif (haddini aşan,sınır tanımayan) şüpheciyi saptırır”

Mü’min suresi/74 de: “işte Allah kafirleri böylece saptırır.” buyuruyor.

 Buradaki “saptırır” ifadesini sapıklıkları içinde bırakır diye yorumlayan müfessirler de var.

 Ahzap/36 daki : “Kim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse apaçık bir şekilde sapıklığa düşmüş olur.” Ayetiyle bazı davranışlarımızın bizim sapmamızın nedeni olduğu açıklanır.
Hz. Musa (AS)ın kavminden bahseden Saf suresi 5. ayette "...Ne zaman ki  onlar doğru yoldan saptılar, Allah da kalplerini saptırdı. Allah fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez." buyurarak niyetlerimizin ve davranışlarımızın kalplerimizin sapmasında ve hidayetinde ne derece önemli olduğunu bize bildirmiştir.

 

"Bize çeşitli ortamlarda en çok sorulan sorulardan birisi şudur:

Allah Teala, Kur’an-ı Kerimin değişik ayetlerinde, mealen “Allah dilediğini hidayete erdirir, dilediğini saptırır.” buyuruyor (bakınız: İbrahim suresi/4, Müddessir /31). Bu durumda saptırdığı kişileri sorumlu tutmasını nasıl izah ediyorsunuz.

 EL-CEVAP: K.Kerim’de, bir konuda birden fazla ayet varsa, tek ayete göre karar verip yorum yapmak bizi yanlışa götürebilir. Çünkü, konuyla ilgili ayetlerin bazıları diğer ayetleri açıklıyor olabilir. Bundan dolayı konuyla ilgili diğer ayetlere ve varsa sahih hadislere de bakmak gerekir.

İşte yukarıdaki soruyla ilgili K.Kerimde değişik ayetler vardır. Mesela İsra suresi 15. Ayette :”Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de hidayetten saparsa kendi zararına sapmış olur…”

Kehf suresi 29 da: "De ki hak Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin..."

 Ra’d suresi 27.ayette: “ … De ki şüphesiz Allah dilediğini saptırırKendisine yönelenleri de hidayete ulaştırır.”

Zümer suresi/3 de: “Şüphesiz ki Allah yalancı ve inkarcı kişiyi hidayete ulaştırmaz."

Mü’min/28 de:"…muhakkak ki Allah, haddi aşan yalancı kimseyi hidayete ulaştırmaz.” buyurulur.

 Ayrıca birçok ayette Allah Teala, zalim ve fasık toplulukları hidayete ulaştırmayacağı hatırlatılıyor.

 Bilmemiz gereken en önemli şeylerden birisi Allah Teala’nın “ el- Hakim” olmasıdır. Yani yaptığını bir hikmete binaen yapmasıdır. O’nun hidayet dilemesi de, saptırmayı dilemesi de bir sebebe bir ilme ve bir hikmete göredir.

Yukarıdaki Ra’d /27 de (ki aynı mevzu Şura/13 de de vardır) Allah Teala’nın kimlere hidayet dilediğinin hikmeti açıklanıyor.

 Peki, bize bildirilen hikmet neymiş? Allah’a yönelmek

İsra 15. ve Kehf 29 ayetlerde ayette bildirilen kişinin hidayete erdirilmesi veya saptırılmasındaki sebeplerden birisi ve bunun hikmeti neymiş? "Kişinin tercihleri ve gayreti"

 Yani kimseye torpil yok. Kişi özgür iradesiyle hidayet yolunu tercih edecek ve Allah’a yönelecek. Rabbimiz de hidayeti nasip edecek.

 Meryem suresi 76 da “Allah, doğru yola gidenlerin hidayetini artırır….” buyurarak hideyette kalmanın kendi tercihimizle alakasını bildiriyor.

 Peki saptırması nasıl oluyor?

 Bu konuda yukarıda belirttiğimiz ayetlerin yanında Bakara suresi 26. Ayetin son bölümü bize ışık tutar:

 “…onunla Allah ancak fasıkları saptırır.” Fasık ne demek yoldan çıkan demek. (Hem yoldan çıkanlar hem de dinden çıkanlar için kullanılır.)

Allah Teala’nın bir kimseyi saptırmasının hikmeti neymiş?
O kişinin, dalalet yolunu tercih etmesi (İsra/15) ve özgür iradesiyle fasıklığı tercih etmesidir. Yoldan çıkmasıdır.
 

Ayrıca:

İbrahim suresi/27 de : “Allah zalimleri (haksızlık yapanları) saptırır.

Mü’min suresi /34 de: “…işte böylece Allah, müsrif (haddini aşan, sınır tanımayan) şüpheciyi saptırır”

Mü’min suresi/74 de: “işte Allah kafirleri böylece saptırır.” buyuruyor.

 Buradaki “saptırır” ifadesini sapıklıkları içinde bırakır diye yorumlayan müfessirler de var.

 Ahzap/36 daki : “Kim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse apaçık bir şekilde sapıklığa düşmüş olur.” Ayetiyle bazı davranışlarımızın bizim sapmamızın nedeni olduğu açıklanır.
Hz. Musa (AS)ın kavminden bahseden Saf suresi 5. ayette "...Ne zaman ki  onlar doğru yoldan saptılar, Allah da kalplerini saptırdı. Allah fasıklar topluluğunu doğru yola iletmez." buyurarak niyetlerimizin ve davranışlarımızın kalplerimizin sapmasında ve hidayetinde ne derece önemli olduğunu bize bildirmiştir.

 

AZİZ VE HAKİM İSİMLERİNİN PEŞPEŞE GELMESİ

AZİZ VE HAKİM İSİMLERİNİN PEŞ PEŞE GELMESİ 

Sayımımda hata yoksa Kur'anda 89 yerde "Aziz" ismi Allah Teala'ya nisbet edilerek geçmekte 47 yerde ise "Aziz'"den sonra "Hakim" ismi gelmektedir. "Aziz" isminden sonra "Hakim" isminin gelmesinin hikmetini düşündüğümüzde Kur'andaki bazı ayetleri daha iyi kavrayabiliriz.

Önce "Aziz" ve "Hakim" isimlerinin anlamlarını aktaralım sonra bahsettiğim ayetlere geçelim.

AZİZ

Değişik tefsirlerden araştırdığımızda "Aziz" isminin aşağıdaki şekillerde açıklandığını gördük:

*Hiç kimsenin âciz bırakmayacağı bir güce sahip olan.

*Her şeye galip ve üstün olan, asla gücüne karşı konulamayan.

*Asla yenilmeyen, mutlak galip olan.

*Kendisine zarar verilemeyen. 

*Kendisine galip gelinemeyen, "kadir" kimse

*Çok güç ve kuvvet sahibi, Onun dengi yoktur.

*Her şeye galib ve üstündür, kahhardır. O'nun iradesine karşı hiçbir kuvvet duramaz. 

*Yenilmeyen ve istediğini yapmaya engel olunmayan 

Hepsinin ortak yönü: Güç ve kuvveti sınırsız, istediğini yapma güç ve kudretine sahip hiç kimse Ona engel olamaz. 

 HAKİM

Tefsirlerden Ebussuud efendinin tarifi dikkatimi çekti. Diyor ki:

 Allah hükümlerinde hikmet sahibidir. Hikmet ve maslahat gereği olmayan hiçbir şeyi de irade buyurmaz.

TDV İslam Ansiklopedisinde konuyla ilgili özet bilgiler şöyledir:

“bütün sözleri ve fiilleri adalete, ilme ve teenniye (hilm) uygun olan”

“bütün nesneleri ve olayları en üstün ilimle bilen”

“bütün tabiat nesnelerini âhenkli, sağlam ve sanatkârane yaratıp sürdüren” 

“bilerek hükmetmek ve her şeyi yerli yerine koymak” 

“Hakîm hükmünde ve yönetiminde yanılmayan."

Şimdi esas konuya gelebiliriz. "Aziz" ve "Hakim" isimlerinin ard arda gelmesinin hikmetini düşündüğümüzde şunları söyleyebiliriz:

*Allah Teala Azizdir. Yani her şeye gücü yeter. İstediği her şeyi yapma kudretine sahiptir buna kimse engel olamaz ve kimseye de hesap vermez. Fakat bu sınırsız güce rağmen O, istediklerini ve yaptıklarını bir hikmete göre yapar. Çünkü O "Hakim"dir. Yani yaptıklarını bir ilme, adalete, bir hikmete göre yapandır.

Bu durumu tesbit ettikten sonra "Allah dilediğine hidayet verir" "Dilediğini saptırır" "Dilediğine rızkı bol verir dilediğine rızkı kısar" gibi ayetlerdeki dilemenin de rastgele değil, bir hikmete göre olduğunu daha iyi kavrayabiliriz. Bu konudaki hikmetlerin neler olduğunu başka bir yazıya bırakalım inşaallah.

ALİ USLU.

HER KES TAŞIYAMAZ

Dervişle tanışıklıkları bir kaç yıl öncesine dayanan üç samimi arkadaş dervişi ziyarete geldiler.
Selamlaşma, hal hatır sorma faslından sonra çaylarını içerlerken, bu idealist gençlerden birisi ziyaret sebeplerini açıkladı. Üçünün de hayalleri, hedefleri vardı. Sırayla hepsi hayallerini ve hedeflerini anlattılar. Sonunda da hedeflerine ulaşabilmeleri için dervişten dua istediler.
Derviş, konuşanları ve konuşulanları can kulağı ile dinledi. Onlar konuşmalarını bitirince dedi ki:
"Rabbim hayırlı hedeflerinizde sizlere yardım eylesin ve bu hedeflerinize giderken ancak kaldırabileceğiniz kadarını versin. İsteseniz bile fazlasından muhafaza eylesin."
Gençler duaya "amin"dediler fakat son cümleyi pek anlayamadıkları bakışlarından belli oluyordu. Derviş dedi ki:
"Bakın gençler! Herkesin kapasiteleri farklı farklıdır. İnsanlar kapasitelerini aşan şeyleri taşıyamadıkları gibi bundan zarar bile görebilirler. Mesela sekiz yaşındaki bir çocuk çantasını taşıyabilir fakat 50 kg lık bir çuval çocuğu sakatlayabilir.
Yukarıdaki örneğe kıyasla anlatayım; Makam ve mevki bir yüktür. Birisinin taşıyabildiği makamın daha küçüğünü diğeri kaldıramayabilir. Bulunduğu makamın hakkını veremeyenler rezil olabilirler. Ayrıca ahirette pişmanlık vesilesi de olabilir. Bazen de makam ve mevki sebebiyle kibirlenen, gurura kapılan, şımaranlar vardır. Hatta bazıları makam ve mevkisini kötüye kullanıp dünya ve Ahirette ziyana uğramışlardır.
Zenginlik, servet te bir yüktür, herkes taşıyamaz. Zenginlik ve servet sebebiyle şımaranlar, kibirlenenler, daha fazla kazanma hırsıyla haksızlık yapanlar da vardır. İşte bunlar da zenginliğin yükünü taşıyamamış kimselerdir. Halbuki onlardan daha zengin olup da hiç şımarmayanlar da vardır.
Aynı şekilde şöhret de bir yüktür, herkes taşıyamaz. Şöhret sahibi olmuş alimlerin bile bir kısmı bunu kaldıramayıp yolunu şaşırmışlardır.
Bazı kimseler de "ben kendime güveniyorum, ben şımarmam" gibi düşünebilir. Denenmediğimiz, sınanmadığımız konularda iddialı olmamak gerekir. Bir de şeytan faktörünü de unutmamalıyız.
Bunun için dualarımızda Rabbimizden taşıyamayacağımız yüklerden muhafaza etmesini de talep etmeliyiz.
Ahirette "keşke" diyeceğimiz şeylerden Rabbim dünyada muhafaza eylesin, bizlerden uzak eylesin.
Tüm ifadel

28 ŞUBAT

 28 ŞUBAT 1997  Yurt dışı kaynaklı, Yurt içi piyonlarının kullanılarak yapılan darbe. (15 Temmuz da böyleydi ki şükür başaramadılar)

28 ŞUBAT Dinin ve Dindarların (adına irtica denerek) düşman ilan edildiği günün adı.

28 ŞUBAT İH Liselerinin irtica yuvası denilerek önlerinin kesildiği gün. (İH Liselerinde diğer liselerdeki derslerin yanında Kuran, Tefsir, Hadis,Fıkıh, Akaid, gibi dersler okutulur. İrticanın kaynağını anlayabilirsiniz)

28 ŞUBAT Kendilerine demokrat ve özgürlükçü diye lanse eden bir çok kişinin maskelerinin düşüp, yırtıcı dişlerinin göründüğü, eldivenlerinin altından pençelerinin göründüğü gündür.

28 ŞUBAT kendilerini dindar olarak gösteren bazı kimselerin "ben aslında onlardan değilim" demek için olmadık saçmalıklarla görüntü verdiği, altın madeninin içindeki curufların ortaya çıktığı gündür.

O günleri hazırlayanların bir çokları öldüler, bir kısmı da yarı ölü vaziyetinde ecellerini beklemekteler. Halkın gözünde ise zaten toprağa gömülmüşlerdi.

O günlerin mağdurlarının bir kısmı da öldüler o zaman genç olan bazıları orta yaş veya üzeri olarak hayatlarına devam ediyorlar.

Bir 28 ŞUBAT mağduru olarak diyorum ki İyi ki Ahiret var. İyi ki hesap var.

28 şubat 2023 ALİ USLU TAVŞANLI

KUR'AN OKURKEN NELERE DİKKAT ETMELİYİZ.

Kur'an okurken veya Kur'an üzerinde çalışırken:
*Kafamızdaki düşüncelere destek bulmak amacıyla okursak,
*Birileriyle tartışmak, haklı olduğumuzu göstermek amacıyla okursak,
Kur'andan hiç istifade edemeyiz.
*Kur'anı başkaları için okursak (mesela insanlara neler anlatayım maksadıyla okursak) pek fazla bir istifademiz olmaz. Belki başkaları istifade ederler.
*"Kur'an benden ne istiyor?" düşüncesiyle ön yargıdan uzak bir biçimde, Rabbimizin rızasını kazanmak niyetiyle okuduğumuzda Kur'andan en iyi şekilde istifade ederiz inşaallah.

BEN KİMİM?

 Tanımadığı bir numaranın kendisini aradığını gören derviş, telefonu açtığında arayan kişi, numarayı arkadaşından aldığını söyleyip kendisini tanıttığında derviş arayan kişiyi hemen  tanıdı. 

Yaklaşık yirmi yıl kadar önce okuttuğu bir öğrencisiydi. Hatırladığı kadarıyla öğrencilik yıllarında dini konulara pek ilgisi olmayan bir kişiydi. 

Öğrenci hal hatır sorma faslından sonra kendisini tanıtmaya çalıştı. Derviş" tanıdım evladım, galiba İzmir'liydiniz. Babanız da falanca kurumda çalışıyordu"deyince, arayan kişi hayretini gizleyemedi.

 Derviş, eski öğrencisini rahatlatmak adına "okuldan sonra sizleri hiç görmedim. Muhtemelen İlçemizden taşındınız" dedi. Öğrenci bunu tasdik ederek kısaca hayatını özetledi.

Derviş, "hayrola evladım, telefon açma sebebiniz nedir?" diye sordu. Öğrenci:

"Hocam! Görünürde hiç bir sıkıntım yok. Fakat hayat beni acayip sıkıyor. Eskiden zevk aldığım şeyler beni mutlu etmiyor artık. Gezmek, eğlenmek, bayanlarla vakit geçirmek, sinemaya gitmek, para kazanmak beni mutlu etmiyor artık. veya çok kısa süreliğine mutlu ediyor. Çok sıkıldım. Yaşamaktan sıkıldım. Aklıma değişik şeyler dahi geliyor. Eğer müsait zamanınız varsa sizi ziyaret etmek istiyorum." dedi.

Derviş:

-Evladım her zaman gelebilirsiniz, ziyaretinizden memnun olurum. Fakat size bir-iki cümle söyleyeyim. En az bir hafta bu cümle üzerinde yoğunlaşın. Ondan sonra gelirseniz daha faydalı olur inşaallah.

-Tabi hocam. Sizi dinliyorum.

-"Ben kimim? Dünyaya geliş amacım nedir acaba?" Sorularını kendine sor ve cevaplar üzerinde yoğunlaş. Özellikle "Ben kimim?" sorusu üzerinde yoğunlaş. Cevaplarını kısa kısa kaydet.

Öğrenci"Tamam hocam. Teşekkür ederim." dedikten sonra " ben kimim" sorusunu sorup  üzerinde düşünmeye başladı. Düşündükçe ufku açıldı. Ufku açıldıkça daha farklı şeyler düşünmeye başladı. 

Evreni düşündü. Milyarlarca galaksiyi düşündü. Her galakside bulunan milyarlarca yıldızı düşündü. Bu galaksilerden bir tanesi olan Kendi galaksimizi düşündü. Bu galaksideki yaklaşık ikiyüz milyar yıldızdan birisi olan Güneşi ve Güneş Sistemini düşündü. Bu yıldızın gezegenlerinden birisi olan ve içerisinde hayat olan Dünya'yı düşündü. Dünyadaki hayatın var olması için gereken şeyleri (Güneş, hava, su, toprak vb) düşündü. Canlıların besin zincirini düşündü. İnsanlar ve hayvanlar solunum yaptığı halde eksilmeyen oksijenin eksilmeme sebeplerini düşündü. Su döngüsünü düşündü. Kendisinin dünyadaki konumunu düşündü. Dünya var olan şeylerin görevlerlerini ve yaratılış gayelerini düşündü.  "Acaba ben niçin yaratıldım?" diye sorduğunda içi biraz rahatlamış fakat kafası çatlayacak gibi olmuştu. Sabahleyin daha sakin kafayla soruyu cevaplamak için yatağına doğru gitti.


 

DEPREM KİŞİLİKLERİ DE ORTAYA ÇIKARTIYOR

 "İçki, insanı ahlaksız yapmaz, fakat ahlaksızın ahlaksızlığını ortaya çıkarır" der, Mevlana.

Aynen bunun gibi, kriz durumları da insanın iç dünyasını ortaya çıkarıyor. Deprem gibi olağanüstü durumlar merhametlilerin merhametini ortaya çıkartırken, fırsatçıların da hırslarını artırıyor, iştahlarını kabartıyor.

Kimisi fazla evini depremzedelere oturması için ücretsiz olarak verirken, kimileri kiralık evinin kirasını iki, üç katına çıkartıyor.

Kimileri, elindeki avucundakini depremzedeler için paylaşırken, kimi aç gözlüler deprem yardımlarını istifleyip kara döndürmenin hesabını yapıyor.

Şükür ki vicdansızlar, vicdanlılara göre oldukça az, veya fırsatını bulamıyorlar.

BAK EVLAT!

 Bak evlat!

İlk insan topluluklarından beri her toplumda iyi ve çok iyi insanlar olduğu gibi, kötü ve çok kötü insanlar da olmuştur. Fakat toplumdan topluma bunların oranları değişmiştir.
Bu durum dün böyleydi, bu gün de böyle, gelecekte de böyle olacaktır. Bunun sırrı; insana eşref-i mahlukat (yaratılmışların en şereflisi) olma potansiyeli ve imkanı verilmiş olması yanında, esfel-i safilin (aşağıların en aşağısı) na düşme özgürlüğü de verilmiş olmasıdır.
Bu imtihan dünyasında bazı çok iyiler meleklerden üstün bir konuma yükselirken, bazı çok kötüler, şeytandan daha aşağı derekeye (seviyeye) düşecek, diğer iyiler ve kötüler de bunların arasında bir yerlerde konumlanacaktır.
"Her kes için yaptıklarına göre dereceler vardır (En'am : 132)" ayeti gereği yaptıklarına göre (iki kutup arasındaki belki yüz milyarlarca derecenin bir yerine yerleşecek ve ona göre Ahirette karşılık görecektir.
Ahirete yakinen inanan müminler bu bilinçle yaşarlar.

YER YÜZÜNÜN BEŞİK OLMASI

 Bu ayeti bu gün farklı düşündüm. Okuyunca siz de aynı düşüneceksiniz muhtemelen.

"Yeryüzünü sizin için bir beşik yapan, onda size yollar açan ve gökten su indiren O’dur. Onunla her çeşitten çift çift bitkiler çıkardık." (Tâhâ : 53) 
Dikkatimi çeken "Yer yüzünün beşik yapılması" bölümü,
Zaman zaman beşik gibi sallanan yeryüzüne yapılması gereken binalar konusunda bu ayetin bizlere ilham vermesi gerekirdi diye düşündüm...

NOT:Bakara suresi 22. ayette de "yer yüzünü döşek yaptık..." diye geçer. Müfessirler bu iki ayeti beraber düşünerek yeryüzünün yaşamaya uygun şekilde olduğunu bildirmişlerdir ki doğrudur. Fakat Taha 53. ayetteki beşik kelimesinden zaman zaman sallanabileceği işaretinin olabileceğini de düşünmek ayete aykırı değildir.
ALİ USLU- TAVŞANLI.

HİÇ BİR ŞEY BİZE AİT DEĞİLMİŞ...

Depremden önce de her şeyin Allah Teala'ya ait olduğunu biliyor ve iman ediyordum.
Depremden sonra bunu gözlerimle görerek (ayne'l-yakin) iman ettim.
Bizim zannettiğimiz hiç bir şey bize ait değilmiş. Malımız, mülkümüz, ailemiz, hatta bedenimiz bile... Sanki geçici süre için bize ödünç verilmiş gibi.
Ceketimiz bile bize ait değilmiş. Adam can havliyle pijamasıyla çıkabilmiş ve "benim .....m" diye bahsettiği her şeyini kaybetmiş.
Geriye sadece şimdiye kadar biriktirilen sevaplar ve günahlar kalmış.
Evet, bize ait gerçek şeyler sadece onlar. Bunlar Ahirette değişik mekanlara ve meta'lara dönüşerek karşımıza gelecek.
Dünyaya ve dünyadaki her şeye daha farklı bakıyorum artık.

OKUMA YAZMA BİLMEYEN PSİKOLOG ÇOBAN...

Diyelim ki siz, gezmek veya mantar toplamak için bir dağa gittiniz. Gezerken yönünüzü şaşırıp kayboldunuz. Aradan saatler geçtiği halde bir türlü yolunuzu bulamıyorsunuz. Yiyecekleriniz ve suyunuz da arabanızda kaldığı için iyice acıktınız susadınız ve yoruldunuz, paniklemeye başladınız...

Hava kararmaya başladı, endişeleriniz ve korkularınız daha da fazlalaştı.

Aklınıza psikolog arkadaşınız geldi telefonla irtibat kurdunuz. Sizin endişenizi azaltacak bazı şeyler söylüyor... Fakat hava iyice karardı, etraftan da bazı vahşi hayvan sesleri duyuyorsunuz.. Önünüzdeki bir patikadan bilinçsizce yürüyorsunuz.

Giderken koyunların seslerini duydunuz. Bunların çobanı vardır diyerek seslendiniz. çoban sesinize cevap verip biraz sonra yanınıza geldi. Bu gördüğünüz belki okuma yazması olmayan çoban sizin psikolojinizin düzelmesi açısından on tane psikoloji profösöründen daha etkilidir değil mi?

Bunu şunun için yazdım.:

Siyasi partilerden birisinin başkanı Diyanetin deprem bölgesine gönderdiği din görevlilerini eleştiriyor. Diyor ki:

"Diyanet oraya din adamı göndermiş. İmam ne yapacak orada psikolog gönder psikolog ..."

Bir defa bu mevzuda sapla saman karıştırılmış. Bu görevlilerin orada olması psikolog gitmesine engel değil. Sosyal medyadan gördüğüm kadarıyla psikologlar da görev alıyorlar. Kaldı ki psikologlara ileride daha fazla iş düşecek diye düşünüyorum.

Şu durumda oradakilerin psikolojisini olumlu yönde etkileyecek şeylerden bazılarını sayayım:

Enkazda yakını olan birisinin psikolojisini en fazla etkileyen oraya gelen kurtarma ekibidir.

Başını sokacak yer arayan kişinin o anki psikolojisini etkileyen şey ona en az o gün için bir barınma ihtiyacını karşılamaktır.

Soğuktan kendisi ve çocuğu titreyen endişeli kişinin psikolojisine en iyi gelen şey onu ısıtacak şeyler yapmaktır. (Giysi, soba v.b.)

Karnı aç olan kişiye sıcak bir çorba bir psikologtan daha tesirlidir.

Gelelim diğer mevzuya...

Benim bildiğim, şimdiye kadar yaklaşık elli bin din görevlisi orada dönüşümlü olarak görev aldılar. Bunlar oraya din hizmetlerini yerine getirmek için gittiler, fakat bilerek veya bilmeyerek psikolojik destek de oldular

Konuyu maddeler halinde izaha çalışalım:

1-Oradaki kişilerin bir çoğunun yakını vefat etmiş. Vefat eden ve defnedilmesi gereken kişi sayısı çok fazla... Bunların yıkanması, kefenlenmesi, defnedilmesi gibi görevler var. Bunları kim yapacak??? Vatandaş o kadar acının arasında bir de kefen bulmaya kalksa cenazelerini defnedecek kimse aramaya kalksa psikolojisi ne hale gelirdi?

2- Bazı din görevlileri oraya giden eşyaların taşınmasında, dağıtımında, yemek dağıtımında görev aldılar. Bunun kime zararı olabilir. Orada devletin bir görevlisini yanında gören depremzede, kendisinin yalnız ve çaresiz olmadığını bir nebze de hissederse bu onun psikolojisinde olumlu bir etki yapmaz mı?

3- Çocuğunu kaybetmiş bir anne- babaya bir din görevlisinin gidip. "Geçmiş olsun kardeşim. Allah Teala sabırlar versin. Bildiğiniz gibi Peygamber efendimiz depremde vefat eden müminlerin şehit olduğunu bizlere haber vermiş. Çocuğunuz şehittir. Şimdi Cennette mutlu bir şekilde yaşıyordur... (Bebekse oradaki melekler onlarla bizzat ilgileniyorlardır) İnşaallah sabrınıza karşılık Cennette beraber olursunuz" sözünü söylemesi mümin bir anne -babaya bir psikoloji profesöründen daha etkili değil midir?

Bir şeyleri eleştirirken dikkat etmek gerekir. O görevliler doğru dürüst yatacak yer olmayan yerlerde, affedersiniz tuvalet yapacak yerin zor bulunduğu yerlerde görev alacak, siz de buna teşekkür etmeyi bırakın bir de eleştireceksiniz.

Bakın oradaki görevlilerin ilgilendikleri cenazelerin pek çoğu normal cenaze değildi. Kimisinin yarısı ezik, kimisinin organları kopmuş veya dağılmış, bir kaç gün geçtiği için bozulmuş veya bozulmaya yüz tutmuş cesetleri kefenleleyip defnettiler. Yani onların bir çoğunun da psikolojisi olumsuz yönde bundan etkilenmiştir. Şimdi siz bu fedakarlığı yapan kişileri eleştirerek onların psikolojilerini bozuyorsunuz.

Bu görevlilerin bir kısmı canı sıkılıp "Allah seni ıslah etsin, veya Allah seni bildiği gibi yapsın" diyorlarsa da bazılarının iyice kızıp daha farklı sözlerle psikolojik olarak rahatlamaya çalıştığını tahmin edebiliyorum.

Lütfen emeğe saygılı olun. Destek olmuyorsanız, bari köstek olmayın.

16-02-2023 ALİ USLU- TAVŞANLI


BAZI OLUMSUZLUKLAR ÜZERİNE...

 Hepimiz biliriz ki, çiğ sütün içerisinde çeşitli bakteriler de vardır. Bu bakteriler belirli bir orana kadar tolere edilir ve sütü bozamaz. Fakat çeşitli sebeplerle bakteri oranı fazlalaşırsa işte o zaman süt bozulur.


Toplumlar da böyledir. En ideal toplumlarda bile sahtekar, hırsız, gaspçı, fırsatçı v.b. kişiler bulunur. Bunların oranı çok fazla olmadıkça toplum bunların hakkından gelir ve bunlar toplum yapısına fazla zarar veremezler. Fakat belirli oranı aşarlarsa işte o zaman tehlike başlar.
Son olaylarda gördüğümüz milyonlarca insanın "ben bir yaraya acaba nasıl merhem olabilirim?" anlayışı ve tavırları toplumumuzun güçlü tarafını gösterdi.
Köylü teyzemizin en kıymetli ineğini bağışlaması...
Köydeki ablaların ev ekmeği yapıp yardım ekibine teslim etmeleri...
Umreye gidecek bazı vatandaşlarımızın biriktirdiği umre paralarını bağışlaması...
Zengin-fakir tüm insanlarımızın elini cebine atıp en cömert tavırlar sergilemesi...
Gençlerimizin yardım toplama, paketleme işinde gönüllü olarak çalışmaları...
Oralara yardım götüren lojistik firmaları, şöförleri...
STK larımızın canla başla çalışmaları...
Devletimizin bu konuda elinden gelen her türlü gayreti ve fedakarlığı göstermesi...
Gönüllü veya görevli olarak deprem bölgesine gidip oradaki işlere yardımcı olan on binler.. (Arama kurtarma ekipleri, sağlıkçılar, güvenlik güçlerimiz, eşya indirme ve dağıtımında görev yapanlar, yemek organizesi yapanlar, oraların altyapı problemlerini gidermeye çalışan teknik eleman ve işçiler, oralardaki cenazeleri kaldıran din görevlileri. vb) Bütün bunlar hele bu hava şartlarında büyük fedakarlıklar...

Bütün bu güzelliklerin yanında (belki organizeli belki bireysel) yağma ve hırsızlık faaliyetleri...
Gelen yardımlardan haksız bir şekilde istifade etmeye çalışanlar...
İşte bunlar zararlı bakteriler gibi şeyler... Çok şükür ki bunlar yüzde bir değil, binde bir değil, belki onbinde bir mesabesindeler...
Bunlara önlem almak önemlidir. Fakat çok da kafaya takmamak gerekir. Bu tipler dün vardı, bu gün de varlar, yarın da olacaklardır.
Allah Teala devletimize zeval vermesin. Düşmanımıza fırsat vermesin.
12/02/2023 ALİ USLU - TAVŞANLI.

DEPREMLE İLGİLİ DÜŞÜNEMEDİĞİM ŞEYLER...

Bu gün okuduğum bir yazı hiç düşünemediğim şeyleri düşündürdü bana.

Bir prof. doktor deprem bölgesinde yaşayan tanıdığı doktoru arayıp hastanelerin durumunu soruyor. Cevap: "Hocam hastaneler sağlam fakat biz yıkıldık. Bir çok doktor ve sağlıkçı vefat ettiler, yaralı olanlar var bazılarının da enkazda yakınları var. Onlar da görev yapacak durumda değiller."
Bu cevap beni çok düşündürdü. Aynı durum diğer görevliler için de geçerlidir özellikle yıkımın fazla olduğu illerde.
O şehirlerdeki organize olması ve halkı organize etmesi gerekenler de bu durumdadır muhtemelen; AFAD görevlileri, polisler, karayollarında görevli şahıslar, Belediye görevlileri, Valilik ve kaymakamlıktaki görevliler, STK temsilcileri. vb.
Bu şahısların da bir kısmı vefat etmiş bir kısmının yakını enkaz altında kalmıştır. kendisi ve yakınları sağ salim kurtulmuş olanlar işlerinin başına geçebilmişlerdir. Onlar da ailelerini güvenli bir yere yerleştirebildikten sonra... Bir de ilk gün telefonların çekmediğini düşündüğümüzde işler iyice zorlaşmıştır.
O günden beri ben bile depresyondayım. Elim kolum hoşaf gibi. Bir de onları düşünelim.
Rabbim oralarda görev yapanların ve oralarda yaşayanların yardımcısı olsun.
Her kes elinden geleni yapmaya çalışıyor. Buna devam edelim inşaallah. Yaralarımız daha çabuk sarılsın.

GÜNAHI BENİM OLSUN...

Çevremizden bazen "sen şunu yap günahı bana yazılsın" gibi sözler duyarız.

Aşağıdaki ayetler buna benzer örneklerdir. Böyle söylemekle kimse kimsenin günahını yüklenemez. Şu var ki herkes kendi işlediğinin günahını kendisi yüklenir artı o günaha sebep olanlar ayrıca bir günah yüklenirler.
"Kâfirler, iman edenlere: Bizim yolumuza uyun, sizin günahlarınızı biz yüklenelim, derler. Halbuki onların hiçbir günahını yüklenecek değillerdir. Gerçekte onlar, kesinlikle yalan söylemektedirler.
(Fakat gerçek şu ki) elbette kendi yüklerini (veballerini), kendi yükleriyle birlikte nice yükleri taşıyacaklar ve uydurup durdukları şeylerden kıyamet günü mutlaka sorguya çekileceklerdir." (Ankebût : 12-13)

YAĞAN KAR VE YAĞMUR TANELERİ BİZİM RIZKIMIZDIR.

(Bildiğimiz şeyleri hatırlatma kabilinden bir yazı. Şükre vesile olması niyazıyla…)
"Size âyetlerini gösteren, sizin için gökten rızık indiren O'dur. Allah'a yönelenden başkası ibret almaz." (Mü'min suresi : 13. ayet)
Yağan yağmur ve kar taneleri ya bizim rızkımızdır ya da rızkımıza vesiledir. Şöyle ki:
Yağan yağmur ve kar sularının bir kısmı yeraltı depolarında, bir kısmı barajlarda ve göllerde vb. toplanırlar. Çeşitli yollarla bizlere ulaşan bu suların bir kısmını içeriz işte bu içtiğimiz sular bizim için hayati öneme sahip rızkımızdır.
Bu suların bir kısmıyla meyve, sebze ve ürünlerimizi sularız. Veya direkt olarak yağmur ve kar sularıyla tarlalarımız, bahçelerimiz sulanırlar. Orada yetişen meyve, sebze ve tahılları (veya tahıl ürünlerini) bizler yeriz işte bunlar da bizim rızkımızdır.
"(O öyle lütufkâr) Allah'tır ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size türlü meyveler çıkardı..." (İbrâhîm suresi: 32)
Bu suların bir kısmını hayvanlar içerler. Yine bu sular (yağmur, kar) vasıtasıyla yetişen otlar ve diğer hayvan yemlerini hayvanlar yerler.Bizler, bu hayvanların etinden, sütünden (süt ürünlerinden) yumurtasından,(arıların balından) faydalanırız işte bunlar da bizim rızkımızdır.
"İnsan, yediğine bir baksın! Şöyle ki: Yağmurlar yağdırdık. Sonra toprağı göz göz yardık da oradan ekinler, üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma ağaçları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik. (Bütün bunlar) sizi ve hayvanlarınızı yararlandırmak içindir." (Abese suresi : 24-32)
Hayvancılık ve ziraatle uğraşan kimseler için bütün bunlar ayrıca bir rızık kapısıdır. Yağmur ve kar yeteri kadar yağmadığında ürünler, mahsüller azalır. Bundan sadece üreticiler değil herkes etkilenir.

YAĞAN KAR VE YAĞMUR TANELERİ SAĞLIKTIR.

Sağlığımızın başı temizliktir.
Yukarıda saydığım yerlerde biriken suları bir şekilde evimize getiririz.
Banyoda, tuvalette, bulaşıkta, çamaşır yıkamada kullandığımız sular işte bu sulardır. (Yaz günlerinde iki hafta suların akmadığını düşündüğümüzde durumun vahametini ve kullanma suyunun önemini daha iyi idrak edebiliriz.)
Ayrıca yağan yağmur ve kar suları doğayı temizler, sokak ve caddeleri temizler.

DUAMIZ
Ey bizleri yaratan ve yaşatan Rabbimiz! Lutfettiğin her yağmur ve kar tanesi adedince sana hamd ve şükür ediyoruz.
Bizleri verdiğin nimetlerin farkına varan, onların kıymetini bilen ve şükreden mümin kullarından eyle.
Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz! Bizi bağışla, bize merhamet eyle. Bizlere afetsiz yağışlar ihsan eyle. Topraklarımızı suya doyuracak, çeşmelerimizi gürül gürül akıtacak kar ve yağmurlar ihsan eyle. Yaptığımız hatalar yüzünden veya başka sebeplerle nimetlerinden bizleri mahrum eyleme.
Tüm ifade

MANŞET!

KENDİ MÜNAFIĞINI ÜRETMEK

Derviş, kendisini ziyarete gelen makam sahibi öğrencisini son derece sıcak bir ilgiyle karşıladı. Misafirin itirazına "Lütfen beni misa...